Cevdet Yılmaz: ‘Sert iniş olmayacak’!
Ekonomide kesinlikle sert iniş olmayacağını vurgulayan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, “Bu konuda bir tehlike görmüyoruz. Kısmi gerilemeler olabilir büyüme hızında ama negatif tarafa kesinlikle geçmeyiz” dedi. Yılmaz, Türkiye’nin mevcut orta gelir tuzağından düşük emek ücretiyle çıkamayacağını, teknolojinin artırılması gerektiğini bildirdi.
OVP’de enflasyonla ilgili Merkez Bankası’nın teknik değerlendirmelerini esas aldıklarını vurgulayan Cevdet Yılmaz, Cumhurbaşkanı’nın uygulanan programa güçlü siyasi desteği olduğunu, ekonominin koordinasyonunda sorun olmadığını kaydetti.
Teşvik sisteminin daha etkin hale getirileceğini, bu kapsamda hedef odaklı sadeleştirmeye gidileceğini belirten Cevdet Yılmaz, “Bilgi temelli, teknoloji temelli daha verimli daha rekabetçi bir yapı oluşturma meselesi, Türkiye bu eşiğe gelmiş durumda ve bunu da aşacağız.” diye konuştu.
Orta Vadeli Programda (OVP) nasıl bir güncellenmeye gidilecek? Enflasyon hedeflerinde değişiklik öngörülüyor mu?
Orta Vadeli Programı ana politika çerçevemizi koruyarak güncelleyeceğiz. Temel hedefleri koruyarak, bu arada Türkiye ve dünyada yaşanan gelişmeleri dikkate alarak bir güncelleme yapacağız. Bütün makro rakamlar güncelleniyor büyüme, istihdam, dış ticaret, turizm ve bu arada enflasyon da. Ama enflasyonda Merkez Bankası ile diyalog içerisinde o günkü şartlar ne ise ona göre tekrar bakılır elbette. Sonuçta bu bir hükümet dokümanı tabi. Biz burada temel olarak tabii Merkez Bankamızın teknik değerlendirmelerini ve verilerini esas alıyoruz ve onlarla diyalog içerisinde bakıyoruz.
Merkez Bankasının da kendine göre bir süreci oluyor tabii enflasyon raporları vs. o süreçte kendi mecrasında yürüyor. OVP’de her sene bu rakamlara yeniden bakılıyor. Şu anda da dezenflasyon sürecine girmiş durumdayız. Başından itibaren geçen dönemde OVP’yi açıklarken üç dönem olacak dedik. Birinci dönem geçişi dönemi, ikinci dönem dezenflasyon, üçüncü dönem kalıcı fiyat istikrarı.
Birinci dönem olan geçiş sürecini tamamlamış olduk. Şimdi artık dezenflasyon dönemine girmiş bulunuyoruz. Enflasyon oranlarının gerileyeceği bir dönem Haziran ayı ile birlikte başladı. Temmuzda 61,8 oldu, ağustosta düşük 50’lili seviyelere geleceğini Eylül’de de 50’nin altının göreceğini tahmin ediyoruz. Şu andaki teknik rakamlarla baktığımız da gördüğümüz bu. Tabii ki, dünyada da kontrol edemediğimiz bir gelişme bir sürpriz olmaması kaydıyla. Her zaman olumlu ya da olumsuz göremediğimiz şeyler olabilir ama şu anda gördüğümüz bu. Dolayısıyla ciddi bir gerileme sürecine girmiş durumda.
Burada iki etki var: Biri baz etkisi diğeri program etkisi var. Şu anda baz etkisi bize yardımcı oluyor ama program etkisi olmadan baz etkisi de olmaz. Ben hep bunu söylüyorum, sanki baz etkisi otomatik bir şeymiş gibi konuşuluyor bazen. Siz bir program uygulamazsanız o program bir sonuç vermezse o baz etkisi de oluşmaz. Dolayısıyla hem baz etkisi var hem program etkisi var. Bu iyi bir şey bu beklentilerin hedeflere ulaşması bakımından da önemli bir süreç. Merkez Bankamız son dönemde hem profesyonellerin hem vatandaşın beklentilerini yayınlamaya başladı.
ARADA BİR FARK VAR…
Orada profesyoneller daha çok verilere bakıyor, daha çok gelecek odaklı bakıyorlar gidişata ve eğilime bakıyorlar. Vatandaş ise daha çok geçmişe yaşanan tecrübeye bakarak beklentisini oluşturuyor. Dezenflasyon sürecinde bu düşüş devam ettikçe vatandaşın beklentilerinin de biz gerileyeceğini düşünüyoruz. Belli oranda vatandaşın hissettiği enflasyonla yaşanan enflasyon tüm dünyada böyledir, vatandaşın daha yüksek olur çünkü enflasyon dediğimiz sonuçta yüzlerce malın Türkiye genelindeki bir ortalaması. Vatandaş belki kendisinin hassas olduğu bir ürüne bakarak bir algı oluşturabiliyor dolayısıyla belli oranda bir fark bütün dünyada olduğu gibi bizde de olacaktır ama bu giderek daha yakınlaşacaktır diye düşünüyoruz.
Enflasyon 40’lı rakamlara doğru gelirse 50 ile 45 filan olursa bir faiz indirimi söz konusu olur mu?
Bu tartışmalara açıkçası girmek istemiyoruz. Merkez Bankamızın bileceği iş, enflasyon raporunda dolayısıyla gidişatı görecekler enflasyonun ana eğilimindeki gidişata bakacaklar bunu söylüyorlar. Beklentilere bakacaklar şartlara bakacaklar ve buna göre karar verecekler ama siyaseten şunu söyleyebilirim yüksek enflasyonda iyi bir şey değil yüksek faizde iyi bir şey değil. Sonuçta orta vadede ikisini de daha düşük seviyelere taşımayı hedefliyoruz, inşallah bunu da başaracağız 2026’da tek haneli enflasyon hedefimiz var geçmişte 2013’te Türkiye bunu yakalamıştı. 2013 Mayıs’ta faizler 4.5’a kadar düşmüştü, enflasyon 6.2’lerdeydi dolayısıyla Türkiye bunu geçmişte başardı tekrar başaracağız.
FARKLI KESİMLERİN PROGRAMA DESTEĞİ GÜÇLÜ
Ekonominin koordinasyonunu nasıl görüyorsunuz, sorun var mı? Zaman zaman Mehmet Şimşek’in kabinede programı savunmakta yalnız kaldığı iddiaları gündeme geliyor…
Hiç öyle bir şey yok! Başından beri çok güçlü bir koordinasyonumuz var. Sayın Cumhurbaşkanımızın çok güçlü bir siyasi desteği var. Bu program hükümetin programı. Tabii ki destek var ve bir daha söylüyorum güçlü bir destek var. Zaten destek olmadan hiçbir program bir anlam ifade etmez. En güzel programı da hazırlasanız raflarda kalır. Siyasi irade ve bir de toplumsal sahiplenme bence. Bir programın için en temel iki faktör. Bu program için her ikisinin de olduğuna inanıyorum.
Türkiye’nin farklı kesimlerinin programa desteği olduğu gibi siyasi deseği de güçlü. Cumhurbaşkanımız da zaten çeşitli vesilelerle bunun altını çiziyor. Koordinasyona da gelecek olursak; EKK var. Orada; sadece seçim ayında aksattık. Her ay toplanıyoruz. Hiç aksatmadık. Orada bütün meseleleri tartışıyoruz. Bir kısmı iç tartışma, bir kısmı kamuoyuna yansıyor.
Doğal olarak her bakanlık kendi üstüne düşen işleri en üst düzeyde yapmak ister. Mesela ulaştırma bakanlığı daha fazla yol, köprü yapmak ister. Eninde sonunda Maliye ve Hazine Bakanlığı’ndan talepler olur. Herkes kendisiyle ilgili daha fazla kaynak arzu eder. Bunlar iş yapmak için ortaya çıkan çekişmelerdir. Çok da doğaldır. Biz hükümet olarak birçok toplantılar da yapıyoruz. Her toplantımızı da kamuoyuna duyurmuyoruz.
“TÜRKİYE TEK FİRMAYLA ELEKTRİKLİ OTOMOBİL SÜRECİNE GİDEMEZ”
BYD’ye verilen sözler TOGG’u çok rahatsız etti ve epey tartışıldı…
Ben bir sıkıntı görmüyoruz, orada Türkiye’nin çok geniş bir pazarı var ihracat imkanları var. Bir tek firma ile gidebilecek bir durumumuz yok. Bizim geleneksel otomotiv sektörümüzde de zaten halihazırda birçok firma var. Türkiye otomotivde yedek parçası ile ihracatı ile çok iyi durumda. Dolayısıyla bu elektrikli otomotiv dönemine de güçlü bir şekilde geçiş yapmak durumundayız. Burada yerli milli firmalarımız her zaman öncelikli orada hiç tereddüt yok. Tek bir firma ile de Türkiye elektrikli otomobil sürecine gidemez çok sayıda firma olmalı. Hem iç pazarda ithalatı engelleyici olur bu hem de ihracat imkanları sunar. Nitekim BYD ile ilgili de ciddi bir ihracat bağlantılı bir model söz konusu.
Ama ithalat kapısını da erken açmıyor muyuz?
Yatırım sürecinde belli bir sınırlı sayıda imkan, kota veriliyor. Onun da mantığı şu: Sonuçta bu işler bir network geliştirme ile ilgili. Bir yatırım yaptığınızda yatırım bitti üretime başladınız ama istasyonlarınız yoksa, bakım servis ağınız yoksa, bayileriniz yoksa bunu sürdüremezsiniz.
Türkiye bir üretim üssü olsun istiyoruz, kendimizi daha elverişli bir ortam olarak konumlandırmak durumundayız. Avrupa’dan veya başka ülkelerden de gelseler, burada üretip bizim ithalatımız da azalsın, ihracat imkanımız da olsun. Dolayısıyla bu elektrikli araç sayıları önümüzdeki yıllarda çok başka yerlere gidecek. Bir süre sonra belki geleneksel otomotivden bahsetmeyecek hale geleceğiz. İşte bu dönüşümü ne kadar hızlı ve erken yapabilirsek o kadar avantajlı bir konuma sahip olacağız.
“YAPISAL REFORMLARI HAYATA GEÇİRDİĞINİZ ZAMAN PIYASA AKTÖRLERİNİN BEKLENTİLERİNİ DE İYİLEŞTİRİYORSUNUZ…”
Yapay zeka konusunda yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yapay zekada bir eylem planı oluşturduk ve ilan ettik. Sağlık Bakanlığında, tarımdaki sulamalarda vs. üretim süreçlerinde, hizmet süreçlerinde kullanımı konusu üzerinde çok duruyoruz ve yapay zeka yeni imkanlar getirecek. Türkiye eğitim kapasitesi insan gücü ile bir yere geldi, şimdi bu adaptasyonu yapıp teknolojik seviyemizi bilgi temelli üretim süreçlerimizi geliştirmemiz gerekiyor. Asıl kalıcı kalkınma böyle oluşur, bu aynı zamanda enflasyon süreçlerine de katkıda bulunacak. Siz daha rekabetçi daha planlı ve daha verimli bir yapı oluşturduğunuz zaman maliyetleri de etkileyecek enflasyonu da etkileşecek bir süreç.
“Beklenti kanalıyla yapısal reformların etkisi var”
Bu işin reel tarafı yapısal reformlarla ilgili, bir de beklenti kanalıyla yapısal reformların etkisi var. Bunları başardığınız zaman yapısal reformları hayata geçirdiğiniz zaman ülkenin geleceğine ilişkin içerideki ve dışarıdaki piyasa aktörlerinin beklentilerini de iyileştiriyorsunuz. Birinci söylediğim reel etki biraz zaman alıyor şu anda bir kanunu değiştiriyorsunuz diyelim, o kurumsal yapıyı oluşturmanız, hayata geçirmeniz ve sonuç almanız biraz süre istiyor ama beklenti kanalıyla etki daha hızlı oluyor. Bir yola çıktığınızı yerli yabancı piyasa aktörleri gördüğü zaman bunun hemen etkisini görüyorsunuz. Dolayısıyla yapısal reformların bir de beklenti kanalıyla oluşturduğu bir etki var.
Bunu çok önemli görüyoruz ve ilk defa geçen yıl OVP’ye bir bölüm olarak yapısal reform boyutunu ekledik. Bir takvime de oturttuk, sıkı bir şekilde de takip ediyoruz. Her Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda (EKK) gelişmeleri değerlendiriyoruz. YOİKK’ de de aynı şekilde bu süreçleri takip ediyoruz.
“YABANCI YATIRIMDA YENİ MÜJDELER BEKLİYORUZ”
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, dün gerçekleştirilen Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) Toplantısı’nda Yatırım Danışma Konseyine yabancı yatırımcıları davet ettiklerini açıkladı. Uluslararası firmaların Türkiye’ye yatırım kararını açıkladığı bir döneme girildiğini vurgulayan Yılmaz, “Önümüzdeki dönemde yeni müjdelerin gelmesini bekliyoruz. 28 Eylül’de yapılacak Yatırım Danışma Konseyine yabancı yatırımcıları davet ettik” dedi.
Özel sektörün ihtiyaçlarına cevap verecek, katma değeri yüksek yatırımı önceleyen teşvik sisteminin oluşturulmasına yönelik çalışmaların son aşamaya geldiğini ifade eden Yılmaz, 2025-2027 yıllarını kapsayacak OVP için istişarelerine başladıklarını, bu ay farklı sektörlerden paydaşlarla görüşmelerin süreceğini dile getirdi.
“YAPISAL REFORM ÖZEL SEKTÖRÜN REKABET GÜCÜNÜ ARTIRACAK”
Peki nasıl başarılacak?
Bu sadece para politikaları ile olacak bir şey değil, maliye politikaları ve yapısal reformlar, OVP’de de bunu altını çizdik. Şimdi de aynı noktadayız bir taraftan para politikaları bir taraftan da maliye politikalarının desteği ve yapısal reformlar.
Yapısal reform derken gerek kamuda gerekse özel sektörde rekabet gücünü verimliliği artırıcı değişimler dönüşümlerde bu süreci destekleyecektir. Dolayısıyla Türkiye kritik bir eşikte hep orta gelir tuzağı diyoruz bu eşiği daha verimli bir yapı ile aşmak zorundayız.
Orta gelir tuzağı da öyle tarif ediliyor rekabet gücünün iki temel unsuru var bir emeğin maliyeti bir de teknoloji ülkeler öyle bir seviyeye geliyorlar ki kalkınma sürecinde düşük ücretle rekabet etme şansları kalmıyor. Şehirleşme, eğitim düzeyi ücretleri belli bir düzeye taşımış oluyor. Dolayısıyla düşük gelirli ülkelerle rekabet imkanı azalıyor diğer taraftan teknolojik seviye de henüz tam arzu edilen seviyeye çıkmadığı için gelişmiş ülkelerle rekabette de zorluklar yaşıyorlar orta gelir tuzağı dediğimiz esas itibariyle bu.
Bunu düşük emekle aşmayacağımıza göre teknolojik seviyeyi artırıp verimliği artırıp buradan rekabet gücünü artırmamız lazım işte yapısal reform dediğimiz özü itibariyle bana göre bu. Bilgi temelli, teknoloji temelli daha verimli daha rekabetçi bir yapı oluşturma meselesi Türkiye bu eşiğe gelmiş durumda ve bunu da aşacağız.
“TEŞVİKTE ETKİSİNİ GÖRMEDİKLERİMİZİ KALDIRIP MEVCUTLARI TAKVİYE EDECEĞİZ”
HİT 30 çok önemli ve teşvikte ona göre düzenlenecek herhalde çünkü 30 milyar dolarlık bir kapsamı var. Burada paraya nasıl ve nereden bulacağız?
Bizim mevcut teşvik sistemlerimiz mevcut yapılarımız var aslında bunları adapte ederek odaklama meselesi. Yoksa elimizde proje bazlı teşvik sistemimiz var işte onları bu hedefl ere odaklama meselesi. Çok yeni bir şey yapmanıza gerek yok. Mesela Yatırım Taahhütlü Avans Kredisi’ni (YTAK) odakladık oraya. Farklı teşvik mekanizmalarımız var onları adapte ediyoruz. Bir taraftan da bütün teşvik unsurlarında etki değerlendirme yaptık bir sadeleştirmeye gitmeyi düşünüyoruz. Doğru düzgün bir etkisini görmediğimiz hususları kaldırıp mevcutları takviye edici ve daha hedef odaklı bir şekilde kullanacağız.
Bölgesel teşvik sisteminde bir değişiklik olur mu? Yatırımlarda Devlet Yardımları Hakkındaki Karar kapsamında verilen o ana teşvik mekanizmasında bir değişiklik öngörülüyor mu?
Kanuni bir değişikliğe ihtiyaç olmayabilir. Esas itibariyle mevcut enstrümanları odaklama sadeleştirme ve sonuç odaklı kullanma hadisesi. Burada bir takım bütçesel imkanlarla destekleme meselesi olabilir. Bu da zaten bütçe süreçlerinde ayarlanabilecek bir şey. YTAK’ı mesela o anlamda dönüştürdük ve orada farklı bir yapı oluşturduk. YTAK’ı tam da teknolojik dönüşüme odakladık. Daha nitelikli projeler, yatırım tutarı en az 1 milyar olmalı dedik. Kriterlerini çok net tarif ettik, Sanayi Bakanlığımızın sekreteryasında bir komite yapısı kurduk. İşin içinde Strateji Bütçe Başkanlığı da var, Ticaret Bakanlığı da var. Tek başına kimsenin karar verdiği bir yapı değil.
Teknik komite ve belli kriterlere dayalı yeni bir yapı kazandırdık oraya. İlk projelerde çıktı, Merkez Bankamıza iletildi bundan sonraki süreç artık Merkez Bankası ve bankacılık sistemini yapacağı bir iş ama kalkınma perspektifi ile dönüşüm perspektifi ile seçim işini daha çok kendi teknik kapasitemizle ilgili kurumlarla yapıyoruz. O süreç iyi de işledi ve epey bir talep geldi.
YTAK Projelerinde hangi noktadayız?
Evet toplam 300 milyar lira idi ama ondan çok daha fazla bir talep var. Burada düşündüğümüz zamanla bütçemizde bir alan oluştukça. Şu anda biliyorsunuz deprem yükü bütçemizde çok önemli bir yere sahip geçen sene ve bu yıl toplam 2 trilyon lira civarında sadece merkezi bütçemizden depreme tahsis ettiğimiz bir kaynak var. Ama bu 2025 yılında da belli bir yük olmakla birlikte giderek azalıyor. 2026’da iyice azalmış olacak bu geçici bir yük, Bütçemizin oluşturacağı yeni alanda reel sektörün dönüşümünü destekleyici teknolojik dönüşümü destekleyici konulara bütçemizden daha fazla destek olmayı planlıyoruz.
Bütçe desteği 2025 ve 2026 sonrasında etkili olacak bir mali alan oluşacak diyebilir miyiz?
Evet, bir mali alan oluşacak ve mali alanı da iki temel amaç için kullanmak istiyoruz. Bir tanesi reel sektörün dönüşümü diğeri de sosyal refahın geliştirmeye dönük harcamalar. Bütçe disiplinini de bozmadan bu iki temel öncelikli alana oluşacak mali alanımızı yönlendireceğiz.
“INSTAGRAM YASAĞI; GÖNÜL İSTER Kİ BÖYLE OLMASIN AMA HUKUK DEVLETİYİZ”
Beklentiler olumluya dönüyor dediniz ama araya İnstagram yasağı gibi konular girince nasıl etkiliyor?
Gönül ister ki böyle durumlar olmasın ama bir hukuk devletiyiz aldığımız kararlara da küresel şirketlerin uyması lazım bu sadece bizim değil bir çok küresel şirketin sorunu. Sadece bizde değil bir çok ülkede de bu tartışmalar yaşanıyor, küresel düzenleme boşluğu var bu alanda. Hukuk düzeni içinde mahkeme bir karar verdiyse ona herkesin uyması gerekiyor. Kuralı tartışırsınız doğrusunu, eğrisini ama Türk mahkemelerinin verdiği karara saygı duyulması ve hayata geçirilmesi önemli.
HIT 30’da yabancı yatırımcılara bir rol var mı?
Kesinlikle var, zaten bizim en temel hedeflerimizden biri doğrudan yatırımları artırmak. Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi bir doküman hazırladı. YOİKK’te de bunu tartıştık ve yol haritasını da bir süre önce paylaştık. Küresel doğrudan yatırımlardan aldığımız yüzde 1 payı yüzde 1,5’e çıkarmayı hedefledik. Ayrıca orada nitelikli doğrudan yatırımlara odaklandık. Teknoloji düzeyi yüksek yatırımları nasıl cezbederiz, buna odaklanan bir strateji hazırladık.
Yatırım Ofisimiz Türkiye’deki imkanları dünyaya anlatıyor, görüşmeler yapıyor. Ben de zaman zaman yatırımcılarla görüşüyorum. Zaten 21 yıllık AK Parti iktidarının en önemli başarılarından birisi de bu oldu bana göre. Önceki 20 yılda 15 milyar dolar gelirken, son 20 yılda 262 milyar dolarlık yatırım çekmişiz. Bu da cari açığımızın yüzde 40’tan fazlasını finansa etmiş. Yani bir taraftan cari açığı düşürmek, bir taraftan bunu kalıcı kaynaklarla finansa etmek makro istikrar açısından da çok önemli. BYD’nin yatırımı bunun bir işaret fişeği diyelim.
HIT 30 programında Proje Bazlı Teşvik Sisteminden daha farklı ne sunulacak yatırımcılara? Bugün yeteri düzeyde gelmeyen sermaye bu programa nasıl gelecek?
Dikkat ederseniz küresel düzeyde de pasta küçüldü. Önümüzdeki dönemde pastanın büyümesiyle bizde ne olacak, ona bakıyoruz. Belirsizliklerin azalması, daha istikrarlı makro ekonomik ortam zaten kendiliğinden yatırım ortamını iyileştiren unsurlar. Pandemiden sonra dünyada rekabet gücü ve siyasi açıdan kaynak çeşitlendirme eğilimi var. Bundan en fazla faydalanabilecek ülkelerden birisi, hem siyasi hem lojistik konumu itibarıyla Türkiye. Çok daha fazla yatırım çekme imkanımız var. Şimdi bir genel bir de spesifik tanıtım vardır bölgesel ve ulusal düzeyde. Şimdi hazır bir proje stoku oluşturup ne yapacağınızı bilerek yola çıkarsanız daha fazla sonuç alma imkanınız oluyor.
Örneğin “şu tarihte 1 milyon elektrikli araç üretmem lazım” diye bir hedefiniz varsa o hedefe odaklı kimlere gitmeniz gerektiğini biliyorsanız daha fazla sonuç olma imkanınız oluyor. İkincisi ise hedefe odaklı tanıtım, yani yatırımcı odaklı tanıtım. Örneğin bir programı dünyada üreten 5 kişi varsa hepsiyle doğrudan temas kurarak ilişkileri geliştirerek daha sağlıklı sonuç alırsınız.
“TALEPTEKİ DARALMANIN BÜYÜMEYİ YOK EDICI ETKİSİ BULUNMUYOR”
Son göstergeler ekonomide daralma işareti veriyor, ekonomide sert iniş tehlikesi var mı?
Hayır, ekonomide sert iniş olmaz. Bu konuda bir tehlike görmüyoruz. Kısmi gerilemeler olabilir büyüme hızında ama negatif tarafa kesinlikle geçmeyiz. Uygulanan program gereği, talep yönlü olarak enflasyonla mücadelenin bir etkisini görüyoruz. Özellikle tüketim oldukça yüksekti daha önce. Şimdi tüketim daha ılımlı seviyeye doğru gidiyor ekonomide. Bu programın da zaten öngördüğü bir şey.
Şunu da söyleyeyim, enflasyonla mücadele ederken, bir taraftan da üretimi, yatırımı ihracatı mutlaka artırmak istiyoruz. Büyümenin kompozisyonunu yatırım, üretim ağırlıklı hale getirmek ve üretimin yatırımın ihracatın büyümenin kompozisyonun artırma politikamız ve hedeflerimiz var. Tüketimin payını düşürürken, üretimin yatırımın ihracatın payını artırmak istiyoruz ki; bu da dezenflasyonist politikayla uyumlu bir büyüme stratejisi.
Uygulanan politikalar ister istemez talep üzerinde aşağı yönlü belli bir etki oluşturuyor. Ama bu büyümemizi yok edici bir etki değil. Daha dezeflasyonist politikayla uyumlu kompozisyonu daha farklılaşan bir büyüme. Türkiye’nin büyümesi devam ediyor. Belki geçmiş dönemlerde ki rakamlara göre bir miktar yumuşama olacaktır. Ama kesinlikle büyümeye devam edeceğiz.
“SABİT KUR REJİMİNDE FAY HATTI GİBİ BİRİKİR VE BİRDEN PATLAR”
İhracatçıların çok şikayeti var kurla ilgili “rekabet şansımızı kaybettik, pazar kaybediyoruz” diye. Bu süreci nasıl yönetmeyi düşünüyorsunuz?
Türkiye 2001 krizinden önce sabit kur rejimini uyguluyordu. Sabit kur rejimlerinde ne olur fay hatları gibi birikir birikir birden bire patlar. Türkiye o tecrübeden hareketle 2001’den sonra serbest kur rejimine geçti. Serbest kur rejiminde de gündelik, haftalık, aylık inişler çıkışlar her zaman olur.
Biz hep şunu söylüyoruz: Bizim bir kur hedefimiz yok. Bunu yaparsak zaten serbest kur rejimine aykırı hareket etmiş oluruz. Ama neyi yapıyoruz, OVP’yi hazırlarken ister istemez dolar bazlı rakamlar var milli gelir hesabı var kişi başına gelir hesabı var.
Bazı arkadaşlar bizim oraya yazdığımız kişi başına gelirden tersine mühendislikle kur üretiyorlar. Buna saygı duyuyoruz ama orada biz kural bazlı gitmeye çalışıyoruz. Yani ne değerlenen ne de değer kaybeden TL varsayımıyla bir kur tahmin edip onun üzerinden gitmek durumundayız. Zaten kanuni çerçevemizde müdahale yok. Kanunlarımız spekülatif atak varsa müdahale olabileceğini söylüyor. Geçmişte zaman zaman bu olmuş. Onun ötesinde kur, arz, talep koşullarına göre şekilleniyor.
Şu da bir gerçek; enflasyonla mücadele eden ülkelerde genelde para birimleri değer kazanır. Bu genel eğilim. TL’nin cazibesinin artırıyorsunuz. Bu ister istemez TL’yi daha avantajlı bir konuma taşıyor. Bu da kurda daha istikrarlı yapı oluşturuyor.
İhracatın asıl belirleyicisi kur değil, dış pazarlardaki taleptir. Kurun da mutlaka belli bir etkisi vardır ama çok da abartmamak gerekir asıl etki bizim ihraç pazarlarımızdaki canlılık. Bizim için asıl mesele temel ihraç pazarımız Avrupa. Avrupa’da şu an bir büyüme olsa bizi çok daha olumlu etkiler. Avrupa maalesef son yıllarda çok iyi gitmiyor. Buna rağmen biz ihracatımızı artırıyoruz. İhracatçılarımızın başarısı.
“KURUN TEK DEĞİŞKEN GİBİ TARTIŞILMASI DOĞRU DEĞİL”
Gelişmekte olan ülkelerde faizlerin giderek düşme eğilimine gireceği bir döneme giriyoruz. Bu dönem, dış piyasalarda özellikle Avrupa’da bir miktar canlılık oluşturarak bizim ihracatımıza katkı sunacak, sermaye hareketlerine katkı sunacak. Bu bizim için olumlu bir perspektif. Gelişmekte olan ülkelerdeki bu yaşanacak süreç bir taraftan nispi de olsa eski günlerdeki gibi çok yüksek büyümeler olmasa da, Avrupa Birliği’nin bir miktar toparlanması bize ihracat açısından, turizm açısından ciddi bir getiri sağlayacak. Bir taraftan da yine oradaki faiz oranlarının düşmesi gelişmekte olan ülkelere dönük sermaye hareketlerini de destekleyecek mahiyette olacak. O da bizim için yine olumlu bir gelişme.
İhracata bakarken, kur tabii ki tartışılır edilir ama tek değişkenmiş gibi tartışılması bence çok doğru değil. Yeni ihraç pazarları aramak, mevcut ihraç pazarlarında ki gelişmeleri takip etmek, yine verimliliği artırmak. Savunma sanayiinde, geçmişte hani paramızla da alamadığımız şeyleri şimdi başkalarına satıyoruz. Orada mesela bu tartışmalar yapılmıyor. Daha ziyade emek yoğun sektörler burada önemli.
Tekstil konfeksiyon emek yoğun sektörler yine buralarda başka gözetici politikalar tartışıyoruz. Bir taraftan da içerde ihracatçımıza farklı kanallardan destekler sunuyoruz. Artık KOBİ dış ticaret şirketi kanalıyla ihracat yaptığı zaman o vergisel avantajdan istifade ediyor. Reeskont kredileri, Eximbank kredileri var. Oralarda normal faiz oranın özellikle reeskont kredilerinin daha düşük bir oranda bir faiz uyguluyor ihracatçılara. Oda önemli bir destek avantaj. Buna benzer farklı kanallarla ihracatçımızı destekliyoruz. Çünkü; çıkışımızın ihracat olduğuna inanıyoruz.